12/10/2009



ONA ÖYLE DEMEYELİMDE....
Hani bazen öyle şeylerle karşılaşırızki. , gülermisin ağlarmısın tabirinin tam cuk oturduğu yerdir orası . Yukardaki videoda tam o kabil bir şey..Saolsun espiritüel ve hatta geyik sever bazı arkadaşlar Medialink sitesine bir video yüklemişler. Ben şahsen “Wolkanca” twittirde rastladım bu videoya ,Bu tür geyikleri hiç kaçırmayan sevgili wolkan..ca , sanırım kafa bulma amacı ile twittırına bu videoyu koymuş olmalı . Her ne ise şaka bir yana ben şahsen itikadi konuları , şaka mevzu yapmam.yapanlarıda sevmem ancak...Sizde seyredin ve karar verin bakalım . Son tahlilde tesbitiniz ne olacak . İnanın son günler en hassas bir konulardan biri olan şu “Domuz gribi “ vakasını , dini bir bakış ile ele alan O zatı muhterem gerçekten bütün bunları inanarakmı söylüyor , yoksa o da işin gırgırındamı hala anlamış değilim.Her halükarda ikiside kötü bir şey , birincisi, son günlerde oldukça cana kıyan menhus bir hastalık üzerinden , şaka üretmek ,(eğer şaka ise ) acılı insanların acılarının üzerine tuz dökmekten beter , ayrıca daha bir çok kötü ifadelerle ,tenkit edilesi bir durum . Üstelik birde bunu itikadi bir meselele irtibatlandırıp o konu üzerinde ahkam kesmek, pek şık değil..Yok gerçektende bütün bu sözleri kendiside inanarak söylüyorsa. O daha da vahim , kamuoyuna yayın yapan bir televizyonun böylesine bir cahilliğe prim verir gibi ,itikadi konularda ehil olmayan kimseleri konuşturması ve görüş alması ,en hafif tabiri ile aymaz bir durum .Her ne ise bizde sözümüze burda nokta koyup haddi aşmayalım , bu konularda söz sahibi olup konuşacak çok daha ehil kimseler elbette vardır . Ancak şu kadarını ifade edeyimki , bir şeyin kendisini kullanmak ondan istifade etmek başka şey . O şeyin adını kullanmak başka bir şey olmalı fikrindeyim. Her hangi bir meselede ,bu türden zorlamalarla çıkarsamalarda bulunmak bence en hafif tabiri ile kara taaasub ,ve bağnazlık olmalı diye düşünüyorum..Bence ikisininde İslamda yeri yoktur.

11/01/2009

WİNDOWS' A mahkum olmayın PARDUS'U deneyin

Pardus... Özgürlük İçin...

KUANTUM DÜŞÜNCEMİ.. DİNSİZ DÜŞÜNCEMİ ...?

Geçenlerde ilk defa tanıştığım bir hanım arkadaş ile sohbet ediyoruz, Konuştuğumuz şeyler ,Belirli bir konu etrafında değildi, değişik mevzulardan bahsediyoruz , bir ara söz döndü dolaştı , kader mevzuuna geldi .Hanım arkadaş biraz küçümser bir eda ile , Hımm anlaşılan , sizde determinist düşünce karşıtlarındansınız, dogmalara saplanıp kalmışsınız diye küçük bir eleştiride bulunur gibi oldu. Sonra ,Esasen kuantumcu düşünceye göre ise , diye söze devam edecek oldu...Vakit hayli geç olduğu için , sohbetin burasından devam etmek ,hayli bir zaman alacağı için fazla uzatmak istemedim ve zaten onunda kalkma vakti gelmişti ve vedalaşıp ayrıldık.O gitikten sonra dudaklarımda hafifçe bir gülmüseme peydah oldu .Nedenine gelince . Bazı klişe sözler, bir zaman için, toplumun her kesiminin(bilhassa entel mahfillerde) ağzında sakız gibi çiğnenir ve sonrada unulur giderdi, ve bir daha kimsede,o sözleri bu kadar sıklıkta kullanmaz olurdu. Onun yaptığı da bunun gibi bir şeydi. Örneğin , geçmiş zamanlarda , birileri , Nostalji,Diyalektik, İmgesel,Soyut, somut diye bazı kelimeler sokuşturmuştu dilimize. Önüne gelen ,Nostalji filan diye başlar söze devam ederdi .Keza , bunlar ve daha bunlara benzer yüzlercesi,dlimize yapışıp kalmıştı.. Hele son zamanlarda ise , Tv de bazı konuşmacılar ,sohbetin ve Sözün bir yerinde, Bir örnek vermek için ,parantez içine alır gibi , bir cümleyi , izah etmek istediklerinde , sağ ve sol işaret parmaklarını yukarı doğru kaldırıp boşlukta sallayıp gözümüzün içine sokar gibi yaparak . (Yani tırnak içinde diyerek) komiklik yaparak anlatmaya çalışmaları gibi .Bu haraketi ilk defa kim yaptı hatırlamıyorum ama bu daha sonra moda oldu ve çoğu tv sohbetlerinde bir çok konuşmacı bu hareketi tekrar edip durmayla başladı .Moda sözler ve hareketler . İlk yapanda hoş durmakla birlikte tekrar tekrar edildiğinde çokta yapmacık bir hareket gibi görülmekte...Her ne ise , bayan arkadaşın sözünü ettiği Determinzm ve kuantum . Lafızlarına kafayı takmıştım. Aslında, o iki kelime ilk defa duyduğum şeyler değildi . Ne yalan söyleyeyim , bu güne kadar üzerinde hiçte , derinlemesine düşünmemiştim . Çünkü ilk okuduğumda ikisi de bana safsata gibi gelmişti. Çünkü son söylenen(kuantum)bir teori olmanın dışında hayatın gerçekliğine uymayan şeydi . 1900 lu yılların başından itibaren , yüzlerce bilim adamı bu konular hakkında görüş belirtip teoriler ortaya dökmüşlerdi ama , hiç birinin pratik hayatta yeri yoktu. Hele sohbetimizin başındaki kader mevzunun bunlarla ifade edilmesi bana biraz daha komik gelmişti.Gerçi Determinizm,(Determinst düşünce) her ne kadar , kader ve kaza konusunda , onları destekler gibi gözükmesine rağmen, daha sonra o da kendi ile tenakuza düşüyordu..Kısaca determinizm ne idi ve nerede tenakuza düşmüş oluyordu, kaba hatları ile ona bir göz atalım.

DETERMİNİST DÜŞÜNCE-(-Nedensellik , Niçinsellik, Nasıllık) BELİRLİLİK

Kainatın yaratılışının ve içindeki ve dışındaki tüm olayların, Belirli bir düzen (yasalar)içinde yaratıldığını ve tümünün önceden belirlenmiş olduğunu,Ve tüm bu olayların bu yasalar çerçevesinde belirlendiğini söylemektedir. Buraya kadar anlatılanlara ve bu var sayımlara Hiçbir itirazım olmamakla birlikte . Aynı determinist düşünce ,şunu da ilave etmekten geri kalmamaktadır. "İnsanın Özgür iredesini de, bu nedenler(Zorunluluklar zinciri) belirlediği için,Kendi özgür iradesinin bu zoraki oluşumlar zincirine boyun eğmekten başka yapacak bir şeyi yoktur, o bu olayların seyircisi olmaktan başka bir şey yapamamaktadır."Yani başka bir anlatımla ," İnsan iradesi denen bir şey yoktur. Temel doğa yasaları icabı , İnsanlar kendileri istemese bile bir yerlere doğru zoraki sürüklenmek zorundadır, ve kendisi olayların içinde sadece birer seyirci konumundadır." İşte benimde determinist düşünce ye itirazım tam bu noktadadır. Aslında sadece benim değil , inanmış her müslümanın itiraz etmesi gereken bir izahtır bu . Yani işin bu kısmı inançla ilgilidir. Determinist düşüncenin bu yaklaşımı, Ehli sünnet görüşünün kabul etmediği "kaderiyecilik *" inanışı ile örtüşmektedir ki . Bunun da itiraza uğraması ve ihtilafı ,yüzyıllarca, başka başka mahfillerde tartışılmıştır. Ehli sünnet inanışında, Yüce Allah(c.c) bize akıl bahşetmiş, yüce Kuran ile prensipler belirlenmiştir . Ve bize aklımız idrakimiz dolayısıyle ,, kainatı ve nasıl davranmamızı , nasıl yaşamamızı anlatmıştır. Biz müslümanlar aklımız dolayısı ile yaşantımızdan, yaptıklarımızdan ve sonuçlarından sorumluyuzdur.Yani hayatımızdaki her iyiliğin ve kötülüğün karşılığı vardır.Bu konuda daha fazla detaya girmeyeceğim. Ancak kaderiye* inanışına göre ..ki , bu determinizm ile aynı kapıya çıkmaktadır. ikiside aynı şeyi söylemektedir. "İnsan oğlunu kendi istemediği halde ,olaylar ,sebebler , onu bir yerlere doğru zoraki bir şekilde sürükler ve insan buna mecbur kaldığı içinde , Hiçbir şeyden sorumlu tutulmamalıdır."İşte bu görüş temelden yanlıştır .Ha determinizm ha kaderiyecilik ikisi arasında pek fark yok gibi dir .

Maddesel her eylemin izahında , bir determinizm(nedensellik) olgusundan belki uzun uzadıya söz etmek mümkündür . Ancak bir düşünce eyleminden sonra,davranışlarımızı belirlemek için almış olduğumuz bir karar ın ve bu karardan sonra meydana gelebilecek olayların izahinda determinizm aramak beyhude bir davranıştır.Çünkü Determinizm mekanik bir eylem için değişmez kurallar olduğunu anlatır.Bir şey nasıl başladı ise öyle devam etmek zorundadır der.Eyvallah bu konu ile ilgili fazla söze hacet yoktur. Doğrudur yanlıştır bunun anelizini yapan yapsın.Ancak düşünce sonrasında ortaya çıkan sonuçlar her zaman aynı değildir.Öncelikle bir çok kişi aynı şeyleri düşünmüş olsalar bile ortaya koyacakları maddesel eylem birbirlerinden tamamen farklı olabilir,dolayısı ile farklı sonuçlar ortaya çıkabilir.Çünkü düşünceler yani muhakemat maddesel bir olay değildir. En azından muhakemata illede bir kulp takılacaksa bunuda dördüncü boyut eylemi ile izah etmek gerekir...ki onunda henüz ne olduğunu nasıl işlediğini çözmüş anlayabilmiş kimse gözükmüyor ortalarda .


KUANTUM fiziği - ve KUANTUMCU Düşünce

Bu konu (kuantum fiziği)üzerinde etraflıca konuşacak değiliz çünkü burada ilmi bir, veri vermek bizim işimiz değil.Bunu nerede ise son yüzyıldır ,bir kısım bilim adamları çeşitli düşünceler serdedip tartışmaktadır.( J.J.Thomson- Ernest Rutherford-Niels Bohr- Max Planc- Gustav Kirchhoff- Lord Rayleigh- Wilhelm Wien- Einstein -Louie de Broglie- Schrödinger- Heisenberg- John Bell ) Hepsinin iddiası ve buldukları sadece birer varsayım ve faraziyeden ibaret olmakla birlikte Kimsede on ikiden vurmuş , Hahh... işte bu odur diyememiştir.,Her ne ise bu arada,kaba hatları ile kuantum fizğinden ne anlamamız gerektiğinide anlatıp sözümüze devam edelim. Determinizm.. nasıl ki , herşeyi önceden belirlenmiş bir yasalar zinciri içersinde görüyor ve buna önceden belirlenmiş , belirliliklerin sonucu olduğunu anlatıyorsa (klasik fizik düşüncesi budur)Kuantum fiziği ise bunun tam aksi düşünceyi söylemektedir. Hiçbir şeyin belirli bir nedenini yoktur, belirlendiği söylenen her şey başka bir bilinmezliğe doğru yol almaktadır.o bilinmezlik ise yine başka başka bilinmezliklere doğru yol almaktadır yani bunun bir sonu yoktur. (İşin tam bu kısmında aklıma bir fıkra geldi-adama sormuşlar,inişlerimi seversin yokuşlarımı- Adam tuhaf tuhaf bakmış ve şu cevabı vermiş"YAHU BUNUN DÜZÜ YOKMU" Determinist düşünce başka telden çalıyor Kuantum düşünce başka telden , her ne ise devam edelim..Burada dikkat edilirse , akademik tanımları es geçerek izaha giriştim. Yoksa , atom, proton,elektron, enerci ,dalga boyu vs gibi, tanımlara geçecek olursak , sanırım bu yazıya üç gün üç gece devam etmek zorda kalacağız ki .. sonucunda akibetimiz yukarda saydığımız akil adamlardan farklı olmayacaktır.Ancak şunu kabul etmek gerekir ki , bu gün Kuantum fiziği denen bir olgu varsa bile , ancak bunun tanımında yeterli tanımlayıcı bir izah yoktur ve olamazda , çünkü kuantum fiziğinin kendisi zaten bilinmezlikleri ve nedensizlikleri izah etmeye çabalayan bir bilim dalıdır...Yok'u,ya da izah edilemeyeni anlatmaya çalışmak üzerinde kafa yormak ne kadar bilimseldir oda ayrı bir tartışma konusudur. Bu konu üzerinde , galiba en güzel sözü Albert Einstein söylemiştir. Tanrı zar atmaz . Bir müslüman için belki kaba bir tabir gibi gelebilir. Ama ne varki özde konuya bundan daha iyi cuk oturan bir söz söylenemez di. Gerçektende yüce ALLAH(c.c)Hiç bir işi bilinmez ve tesadüfü değildir. Olsa olsa bütün insanlık onun ilminin acziyeti içindedir.Çünkü yaratıcımız hepsinin yüzünde tokat gibi şaklayan bir cevap vermiştir “.İnnâ kulle şey’in halaknâhu bi kader” Biz her şeyi belirli bir kader ile ( düzen ve ölçü içinde) yarattık . Bu yüzden Geçmiş ve gelecek tüm bilim adamları İslamın nurundan bi haber oldukları için ,daha çok uzun yıllar bilinmezlik içersinde kıvranıp yol aramakla meşgul olacaklardır . Yukarda saydığımız bilim adamlarının tamamı gayri müslüm oldukları gibi, içlerinde ateist yada hinduist düşünce içinde olanları da yok değildir. Belki ilmin din ile ne gibi bağıntısı var diyenlerde olacaktır . Ama onlara sormak lazım din deyince ne anlıyorsunuz diye. Eğer geçmiş zamanlarda dindar bilim adamlarımız . Matematiğin temellerini atmamış olsalardı . Bu gün insanlık , hala ortacağın karanlığı içersinde yüzüyor ve engizisyonlarda hesap vermek durumu ile hala başbaşa kalıyor olacaklardı. Ben şahsen , elektron nötron proton vs ya da bunun gibi ilmi verilerden anlamam, anlamamda mümkün değil . Ancak şunu çok iyi bilirimki , Allah kainatta Hiçbir şeyi tesadüfi yaratmış değildir . Her şeyin , belirli bir ölçüsü ve hesabı vardır. Şayet siz bunları ortaya koymaktan ,ispat etmekten aciz iseniz , yapmanız gereken yegane şey bilgisizliğinizi ortaya döküp , konu üzerinde daha çok gayret göstermenizdir. Yoksa , bilmediğinizi, bilinmezlik teorisi olarak ortaya atmanız . Kendinizi ve insanlığı kandırmaktan öteye geçemez. Şimdi temeli kuantum fiziğine dayanan , son zamanların moda olan yeni düşünce tekniğinden, yani Kuantum düşüncesin dende bir iki kelime ile de olsa söz etmek isterim.Neymiş efendim insanlar , dünya üzerinde olan şeyleri kabul etmeyip daha pozatif fikirler üreterek mutlu olmayı başarmalı imiş. Ne kadar temiz saf bir anlatım.. öyle gözüküyor ama öyle değil . Elbette insanın iyi şeyler düşünmesi mutlu olmayı istemesi hakkıdır ve olmalıdır da . Ama kendi gücünü ve çapını iyi hesap etmelidir . Yoksa kendini yaratıcının yerine koyup ,bir şeyleri ve iyi şeyleri yaratmaya ortak olduğunu sanmamalıdır. Bu söz bana ait değil. Makalesini okuduğum bir hanım yazar öyle buyuruyorlar efendim .” Tanrı, Ben yeryüzünde bir Halife yaratacağım!”diyor. “Yani benim kudretimi paylaşacağım bir varlığı yaratacağım.” diyor Biz tarih kitaplarından halifenin sadece belli kişiler olduğunu sanırdık. Oysa şimdi biliyoruz ki, Hepimiz Halifeyiz. Tasarlayan, isteyen yaratan, onun sorumluluğunu alan ve yeniden yaratan bir varlık. Sadece bunu bilmek bile kırk gün kırk gece kutlamaya değer. Hatta hayat boyu. Peki biz ne yapıyoruz? Nasılsın diye soranla “ Eh yuvarlanıp gidiyoruz işte!” diyoruz. Yuvarlanan halifeler! Ne acı. (-Şanal günseli) bir ayeti nasılda kafasına göre yorumluyor. Allah(c.c) kudretini kimse ile paylaşmaz bunu kabullenmeyi bırakın düşüncesi bile bir şirk tir. Sorarım kendisine bu güne kadar bir sineğin kanadını olsun yaratabilmiş midir acaba . İnsanların , hayır düşünmesi, hayır istemesi başka şeydir, bunu yaratmaya çalışması başka bir şeydir. Tüm bu alengirik yeni düşünce biçimlerinin içinde aslında örtülü birer din dışılık ve inkar vardır . Bu yüzden islami olmayan Hiç bir şey benim indimde kabul görmez . İnanan bir insansanız sizin içinde böyle olmalı .Peeeh ... kuantum fiziği imiş ve her şey kaostan ibaretmiş.. sevsinler.. İliminizi , biliminizi .Ve son olarak bence kuantum düşünce felsefesinin temelindede hinduizm yatmaktadır. Hani gene son günlerin moda deyimleri vardır ya çakra, makra ,takra ,vs denen zırvalıklar,aynen onlar gibi yani . Bazı insanlar nedense islami terminolojiyi kendi sosyetik düşüncesine göre geri bulup , dinsizliklerini böyle perdeliyorlar durum bundan ibaret.gerisi kos koca bir yalan . Sözün özü Bizim kafaca anlaşamadığımız yarı entel hanım arkadaşın bir sözünden nerelere geldik . bu tür insanları gördükçe aklıma nedense hemen , Metin akpınarın bir paradosi gelmektedir.Bire bir anlatamasamda özü itibari ile konuya cuk oturacağı için aklımda kaldığı kadarı ile anlatıyorum. Köyün ağası ,karşısına çoban efendiyi almış onu imtihana çekiyor. Bir kaç tane kolay soru sorar ama cevabını alamaz , çoban bilmiyorum demiştir. Son olarak gene sorar. Peki UFO yu biliyormusun. Çobanın gözleri parlayarak cevap verir ""Oooo ..bilmemmi ,Bilirim , onu bilirim. Ağa tebessüm ederek cevap verir "Ulan deyyus.. o yok ya !, onu tabii bilirsin.." İşte bizim yarı entellerimizin hali pürmelalide bundan vareste değildir . Bu yazıyı okuduktan sonra ,o bayan arkadaşın bir daha yüzüme bakacağında pek emin değilim..Siz ne dersiniz.....

Dip not:

Kaderiyecelik = Ehli sünnet inanışının dışında kalan, bozuk inanç akımlarından biri


İnanç gerekirciliğinde (ilkel şekli ihmal edilirse) dünyadaki her şeyin bir gayesi olduğuna ve ilahi bir kudret dahilinde belirlenen bir sonun mevcut olduğuna inanılır. Bu nedenselliğin ve gerekirciliğin ilkel şeklini Saint-Augustin ile Dante, çağdaş biçimini ise Hegel savunmuştur. Bu çeşit düşüncelerle bir anlamda determinizm temellendirilmiştir.(Vikipedi)


Görüldüğü gibi DETERMİNİZM safsatası Batı ve hristiyan inanç kaynaklı olup .Kaderiyecilik mezhebi ile paralel bir düşünce içersindedir. Onlarında yanıldıkları nokta şudur.(ALLAH.cc)
İlahi kudretin, bir işin sonunu biliyor olması , başka şeydir. O sonu kendi yazıyor olması başka şeydir.Yüce Allah kimseyi . Cani yada ,muhterem veya cehennemlik ve ya cennetlik olarak yaratmaz. Ve kimseye böyle bir yazıda yazmaz.Eğer böyle olmuş olsa idi dünya yaşantısı başlıbaşına bir kaostan ibaret olurdu . Allahın adaletinede şanına da yakışmazdı.



10/03/2009

BİR CUMARTESİ SABAHI NOSTALJİSİ



BİR CUMARTESİ SABAHI

Bir cumartesi günü sabahı balkonda oturuyorum radyom hafif hafif türk sanat müziğini çalmak meşgul arada eski zamanlardan bir kaç nağme terennüm ediyor . Ve gözlerim, aşina olduğum , önümde uzanan sokağa doğru dalıyor.
İlerlerden bir yerlerden sallanarak gelmekte olan birine gözüm takılıyor . Sanki bir an içimi bir sevinç kaplıyor. Gelmekte olan kişi ,Üç sene önce ölen biraderime ne kadar benziyor . Sanki bir an için, onu yeniden görür gibi oluyorum sebebsiz sevincim bu yüzden olmalı . Ancak bu duygu çabuk gelip geçiyor . Olsun bu kadar sevinç bile az bir şey sayılmamalı . Sonra gözlerim az ilerde ki elektrik direğinin altında ki gençlere takılıyor, onları izliyorum . Hafifçe bir tebessüm gelip geçiyor dudaklarımdan , sanki onların şahsında kendi gençliğimi delikanlılığımı görür gibi oluyorum . Belki şu an bende aralarındayım ve farkında değilim . Oysa çok değil aradan 30 sene geçmiş. Ama her zaman dediğim gibi , zaman sadece idraktan ibarettir. Bir kaç saniye içinde, beni bunca sene nasılda geriye götürdü . Yandaki bahçede , bir kavak ağacı bütün haşmeti ile gök yüzünü delmeğe karar vermiş gibi, yukarlara doğru tırmanmışta, tırmanmış. Oysa onu oraya bir pazar sabahı kazmanın geniş tarafı ile toprağa bir kama gibi vura vura çakan osman amcanın ölümünün üzerinden on sene geçti gitti bile . Ağaç haşmeti ile dirildi büyüdü ve gök yüzünü delmeğe karar vermiş sanırsınız. Mezarını kazsak osman amcanın kemiklerinden eser bile kalmamıştır. Aynı ağacın tam karşısındaki, gelibolu apartmanı, kavak ağacı ile yüz yüze bakan bir komşu gibi , oysa aynı apartmanın arsa olduğu zamanlar üzerinde az misket yuvarlamamış az top kovalamamıştık. Ya bir zamanlar harap durumda iken benim üzerine çıkıp kendime bir savunma kalesi yaptığım çeşmeye ne demeli , üzerine çıkıp mahalleli kızlarının dolmakta olan kovalarının içine, yukarlardan az taş bırakmamıştım. Yarım saat kadar kovasının dolmasın bekleyen kızcağızlar içine taş düşen kovayı boşaltıp yeniden bir başka yarım saat daha beklemek zorunda kalıyorlardı. Az küfür işitmemiştim gerzek ayşeden. Ayşe şimdi kadıköye taşındı iki çocuğu ile mutlu bir yaşantı sürüyor . Gerzek dediğim kişi , iki üniversite bitirerek gerçektende bir gerzek olmadığını çoktan ispatladı. Şimdi bir bankanın aynı zamanda müdürlüğünü yapıyor . Her binanın boyasında tahtasında , her kaldırımın üstünde .geçmişimin ayak izleri bütün canlılığı ile durup dururken , geçenlerde oğlum , Baba artık sat şu viraneyi bizim tarflara taşın demezmi . Yüzümdeki acı gülümsemeyi fark ettimi bilinmez ama sonra bu ısrarından çabucak vaz geçti İnsanlar zanrnederlerki . Anılar sadece hafızada gizlidir . Oysa sokak taşların diplerinde , eski bir ahşap evin sundurmasında , tavan aralarında . Bir çeşmenin kurnasında ,Hatta bir kavak ağacının dallarında gizlidir. Evimi satsam belki üç aşağı , beş yukarı, eder değerini tutturur buluruz. Ya geçmişin izlerini satmağa kalksak onu nasıl etiketlendirip fiyatlandıracağızki .Dünyanın hangi para birimi bu anıların gerçek fiyatını verebilirki . Siz satmak istesenizde anılarınızı satamazsınız . Anıları olmayan bir insan, içi boş bir keseye benzer . akçesi olmayan bir kese ise pahası olmayan bir çaput parçasından başka bir şey değildir .

9/28/2009

BURASI İSTANBUL . AMA SEN İSTANBULLU OLAMAZSIN

Geçenlerde bir tv de gözüme takıldı bir dizinin jeneriği mi idi yoksa bir reklam mı idi orasını pek anlayamadım . Genç delikanlı kulağına küpe takıyor , sanırım bir yerlerden eleştiri alıyor ,”BURASI İSTANBUL” diye abuk bir cevap veriyor , yine bir başka birisi bu sefer bir genç kız yarı üryan vaziyette aynı eleştiriyi oda alıyor onunda verdiği cevap aynı “BURASI İSTANBUL” Belki , Birkaç kişi daha vardı aynı olumsuzlukları sergilediğinde, onlarında verdiği cevap aynı idi ama ben şu iki jenerikten bile kıl kaptım asabım bozuldu olayın gerisini izlemeğe devam etmedim . Aslında yazımın ve eleştirimin konusu sadece bu iki jenerikle ilgili değil . Benim itirazım , bu ve bundan çok daha büyük rezilliklerin “BURASI İSTANBUL” denerek işlenmesinedir. Sanki İstanbul bir rezillekler şehri ve sanki İstanbullu her türlü kepazeliğe prim vermektedir ve göz yummaktadır. Hayır efendim İstanbul bir çok maneviyatı, bir çok nezehati , zerafeti ,güzelliği ve medeniyetide içinde barındıran şehir olduğu gibi, üzerinde yaşayan istanbullu olabilmeyi becermiş , insanların yaşadığı bir şehirdir . Dünyanın Hiçbir yerinde Bir İstanbul beyefendisi, bir İstanbul hanımefendisi ayarında insan bulmak sadece hayalden ibarettir . İstanbul kendini en medeni ve sayan kentlerinde efendisidir. Bütün mesele İstanbullu olabilmeyi becerebilmektir . Başka yerlerde doğmuş olmak İstanbullu olabilmeyi engelleyen bir faktör değildir. Keza ,İstanbulda yaşamak istanbullu olmak değildir . yine burada doğmuş olmakta öyledir. Nice tanıdığım insan var ki onlarca yıldır burada ikamet etmektedir içlerinde bura doğumlu olanları da vardır . Kılıkları kılık , konuşmaları konuşma değil , Davranışlarından tam bir magandalık akmaktadır . Örnekleri çoğaltmak mümkün ancak bu bile bir bence yeterde artar bile . Sosyologlar bir araştırsın bakalım ,genel evlerin kaçta kaçında “kasttetiğimiz manadaki” istanbul kadını çalışmaktadır . Hırsızların, kaspçıların, uğursuzların , uyuşturucu baronlarının, magandaların . Kaçta kaçında İstanbullu çıkacaktır . İstanbullu olabilmek örnek bir yaşam biçimidir . Yoksa soysuzların ağzında sakız değildir . BURASI İSTANBUL KENDİNİZE GELİN DANGALAKLAR


8/05/2009

SANA NE EZANDAN

SANA NE..OKUNAN EZANDAN

Geçenlerde ne idüğü belirsiz sanatçılardan biri , ezan okunurken konserini yarıda kesmiş miş (göya saygıdan) ve sonra da ezan okuyan müezzine ,sesini beğenmediği için eleştiri getirmiş . Diyanete seslenmiş .GÜZEL SESLİ MÜEZZİN BULUN .. diye .Sizce ne kadar saf ve masumane bir eleştiri değilmi, yani birşeylerin güzel olmasını isteyen dileyen bir dilek gibi . Oysa o anda ezanı okuyan Hafız Burhan (rahmet olsun) bile olsa ,ona da başka bir kulp bulmakta gecikmezdi. Efendim.. bu ve benzeri kişilerin derdi ezanın güzel sesle okunması değil ki . Onlar aslında okunan ezandan rahatsız . Ve bunu söyleyemiyorlar , bin türlü bahanelere sığınıp , sureti haktan gözükmeğe çalışıyorlar . Bunların ,dinle alakaları , sosyete cenazelerinde , cami avlularında bulunup . Rahmet okuyacaklarına , giden cenazenin ardından şak şak alkış tutmaktan ibaret . Aslında o andan okunan ezan sesi , onların iğrenç terennümlerini bastırdığı için bundan rahatsızlık duyuyorlar . Ve istemeden çığırışlarını kesmek zorunda kalıyorlar . Ezana laf edemedikleri içinde müezzine b..k atıyorlar. Hem dine ve namaza karşı içlerindeki kini kusuyorlar , hemde müezzini bahane edip o anda onları dinleyen tatlı su müslümanlarının gözüne girmeğe çalışıyorlar . “Hani görün bakın ben ezana saygılıyım Kabilinden” Konu bu kadar basit. Yine günümüzün en meşhur dönmelerinden bir sanatçı ,ismini herkez bilir . O'da ezan okunurken susar ve dinler gözükür. Arada ezan okumaya niyetlendiği zamanlardan pek çoktur . Böylelikle zanneder ki ,Yaradanının gözüne girecek , Peki ömrünün ortalarına kadar , luti likle iştigal etmen ne olacak , ömrünün diğer yarısından sonra mutant olmağa karar verdin peki o ne olacak. Hiç bunların dindeki hükümlerini araştırıp merak ettin mi . Şimdi sen ezan okunurken sussan ne olacak, okusan ne olacak , zaten o anda seni dinleyen zaten camiye koşmağa niyetli değil ki. Biz her şart altında ezanımızı dinliyor ve gereğini yerine getiriyoruz .Bu yüzden siz lezzo lar ve dönmeler kendi işinize bakın bizim din ve diyanet işlerimizle uğraşmayın. Tabii bu arada birde profösörlüğü kendinden menkul bir zat var . "Çirkin sesli müezzin insanı dinden soğutur" demiş.. Halt etmiş...Ben bu yaşa kadar... ,Ya..! bu müezzin çok kötü okuyor , dinden çıkmağa karar verdim diyen birini görmedim. Laf kıtlığında laf etmiş işte. Porno film meraklısı profum benim . Ve işin en traji komik yanı ise bir diyanet görevlisinin yukardaki haspaya cevap vermesi ,Din adına cevap verilmesi gereken en son kişiye, diyanet adına cevap veriyorsun, senin başka işin yokmu .



5/30/2009

KİTAPLARIN ANLATTIKLARI AMA SENİN GÖREMEDİKLERİN




Kitap okumayı, çok az kişi gibi, bende çok seviyorum. Çok az kişi diyorum..,.,ve bu cümleyi özellikle kulanıyorum gerçektende toplumumuzda okuyan insan sayısı o kadar az ki. Bu da bizim toplumumuzun gelişmesinin ne den bu kadar zor olduğunu ve geciktiğini göstermesi açısından bile bir delildir. Oysa mensubu olduğumuz inancı (dini) ciddiye almadığımızı gösteren bir başka delil olması açısından da enteresan değimli. Ya da cümleyi biraz daha başkalaştırarak söylemek gerekirse dediğim gibi müntesibi olduğumuz dini ve bu dini bize layık gören yaratıcıyı da ciddiye almadığımızın bir başka göstergesidir . Oysa yaratıcımız tarafından,bize layık görülen yüce diniminizin ilk emri. “İkra ..Bismi rabbike ikra “ Yani..”Oku” rabbinin ismi ile oku dur.
Elbette burada, yazıya giriş konusu yaptığımız, ayetin tefsirini yapacak değiliz .O zaten bizim işimiz değil . Ancak şu kadarını her kez anlarki ALLAH(c.c) peygamberine oku diyerek işe başlamasını ve sonrasını emrediyor. Peki O ne okumuştur, neler okumuştur , oku deyince ne anlaşılması gerekir . rabbimiz başka neler vahy etmiştir, dediğim gibi bu bizim işimiz değil. Ayrıca zaten buranın konusu da değil. Ama görüldüğü gibi “okumak denen şey “ aslında bir Allah emridir. Ve zannedilmemelidir ki bu sadece, peygamberine vahy ettiği bir emirdir. Bu emir, sadece yüce Peygamberi değil tüm ümmeti milleti cemiyetleri bağlar . İşte bu emir tutulmadığı için toplum (Tüm islam alemi) bu kadar yoz cahil ve bilgisiz ve geri kalmış , hurafeler içinde yüzmektedir.
Geçenlerde bir gazete , yayınlayacağı kuponların 29 tanesinin biriktirildiğin de, tam 20 adet kitap vereceğini vaat etmişti. Kuponların yayınlanacağı günü iple çekmiş, ve tamamını sonlandırıncaya kadar gözüme uyku girmemişti. Zannediyordumki, kitap kuponları yayınlandığında söz konusu gazeteyi bayilerden bulmak güç olacak eğer erken kalkıp almazsam, her kez koşup alacağı için bana gazete kalmayacak ve bende kupon biriktirmek mahrum kalarak o kitapları alamayacağım diye bir endişeye kapılmıştım. Ancak ertesi gün ve daha ertesi gün yanıldığımı görmek beni çok üzmüştü. Çünkü söz konusu gazete, bayilerin raflarında satılmamış, olduğu gibi duruyordu . Kimse kitaplara itibar edip gazete almamıştı. Ne yazık..altı üstü 29, bilemedin 30 kupon. Hepsini , gazetenin günlük fiatı(400 krş) ile çarpsan, 11 küsur milyon, hadi bilemedin 12 milyon Tl tutsun. 20 ye bölündüğünde toplam kitap başına 650 krş düşer.. ki, Bu fiata bir kitaba sahibi olmak rüya gibi bir şey. Bizlerde , sonradan oturup utanmadan, kitap fiatlarının çok pahalı olduğu için okuyamadığımızdan dem vurur dururuz.
Üstelik bu dağıtılan kitaplarda ha deyince piyasada bulabileceğiz cinsten kitaplar değil. Hani.. şimdi almasak da, sonra belki ilerde bir gün edineceğiz desek, arasak bulamayız. Şark, Osmanlı, edebiyat klasikleri . Namık Kemal den tutun, Recai zade Mahmut Ekrem , Ahmet Mithat efendi, Şadi Şirazi ,Ahmet Haşim, Mizancı Mahmut, Mehmet Rauf, A.Hikmet Müftüoğlu. Filibeli Ahmet Hilmi.vs.
Evet belki, kitaplardaki yazı dili, günümüz için biraz ağdalı olabilir. Ancak kitapla haşır neşir olanlar zaten içersinde geçen Osmanlıca kelimelerin büyük çoğunluğuna aşina olduğu için, okuyup anlamakta pek de müşkül çekmiyorlar.
Üstelik bu tür asari antika kitapların konuları itibari ile bir iyiliği de, günümüz içinde geçmeyip, geçmiş zamanları kapsıyor oluşu idi. Elbet de bunun neresinin enteresan olduğu gibi bir merak saiki doğabilir. Ancak unutulmamalıdırki , Bahsettiğim kitapların büyük çoğunluğu roman ve içinde de ister istemez o günün , sosyal , kültürel ve ekonomik yapısının birer film şeridi gibi geçip gidiyor oluşudur. Hep merak etmişimdir, bundan 100, 150 sene evvel yaşayan insanlar ne düşünür nasıl yaşar toplum yapıları, kültürel faaliyetleri ne merkezdedir. İnsan ilişkileri ,kadın erkek münasebetleri , bilhassa Aşk’a bakışları ve bunu yaşayışları nasıldır, ahlak örf adetler vs nelerdir.
Ben kitapları okumadan evvel, hep geçmişe öykünür, o günün ahlaki normlarının yapısı içinde yaşayamadığımızı düşünür , gerek sosyal gerekse insani ilişkilerimizin bu gün için ne kadar bozulduğunu , geçmişin daima bu günkünden çok daha iyi olduğunu zannederdim. Yani aslında bir nevi bilmeden geçmişe özlem bir nostalci nöbetine tutulurdum. Elbette dünkü yaşantıları bu günki ile mukayase ederken , bu günün teknolojisi ile karşılaştırıp , hiç bir zaman için mukayasede bulunmadım . Tabiî ki teknolojik bir takım buluşlar hayatı alabildiğine kolaylaştırmıştır . Elbette böyle bir mukayese düne haksızlık olur , bunun farkındayım benim kast ettiğim , dediğim gibi dün ile bu günün insani ve sosyolojik açıdan mukayesesinden ibaretti. Bu gün bir çok kurum için rüşvet ve iltimastan bahsederiz. İşlerin düzgün yürümediğinden, insani ilişkilerimizin zayıf olmasından. Haksız kazançlardan, çarpık evliliklerden, ilişkilerden, riyakarlıklardan,vs,vs. Örnekleri alabildiğine çoğaltmak olasıdır ama gerek yok. Bahsettiğim kitapları okudukça , düne dair düşündüklerimde ne kadar çok yanıldığımı görünce doğrusu hayal kırıklığına uğramadım dersem yalan olur.
Evet bu gün için, aile yapımızın küçüldüğünden şikayet eder dururuz , yani hepimiz birer çekirdek aile oluşturma peşinde olduğumuz için , geçmişin büyük aile yapısına bakıp öykünürüz. Oysa kitapları birer birer okudukça aslında bunun pekte öyle kötü bir durum olmadığını anladım. Bu gün herkez kendi başına (çekirdek ailesi ile) özgürce bir yaşam içinde debelenip durur ve sorumluluğu kendi ailesine karşıdır. Oysa o dünkü büyük aile kurumlarının içinde ne büyük entrikalar dönme ihtimali vardır. Düşünsenize , bir hane içinde , Biraderler,damatlar görümceler ,gelinler , ve sahip oldukları mahtumların hepsi ama hepsi , aşure kazanındaki hububatlar gibi, hepsi bir çatı altında. Böylesine kalabalık bir aşiret gibi bir aile yapısı içinde , çekememezlik , kıskançlık ,haset,kin husumet, birbirlerine darılıp gücenme kapris ,vs olmaması mümkünmü . Evin beyinin (birazda hali vakti yerinde ise) , kendine ikinci bir cariye almak istemesinin önüne , hangi büyük hanım (birinci eş) karşı durabilir. Üstelik ,evlilik yaşının bazen 16 bazen bazen daha küçük olabildiği kadınların ,birer meta gibi büyükleri tarafından gelin edilmesi ,(Satılması demeğe dilim varmadı) Kadın hakkı denen bir şeyin sadece laftan ibaret olduğu. Toplumda dini bağnazlığın ve cahaletin bu gün künden çok daha fazla olduğu . Gerçi az da olsa bu günde var ama. Dün ..işe adam değil , adama iş ayarlandığı . ehliyetsiz ve liyakatsiz insanların ,birer köşe kaparak kurumları arpalık olarak kullanması bu günde aynı şeyler olmasına rağmen , çok daha fevkinde olması. Yani uzun lafın kısası düne ait ne varsa hafızamda hepsi yalan oldu birer birer. Her şeye rağmen yinede geçmişte bir gezinti yapmak hoşuma gitti . EE.. az bir şeymi günümüzden 150 sene evveli yaşamak o havayı solumak.geçmişe bir yolculuk yapmak. İyi ki bu gün doğmuşum , belki yarın ve sonra ama çok sonralarını göremeyeceğim için, artık fazla hayıflanmıyorum. Aslında yarını merak da etmiyorum. Nasılki, ben dünü kitap satırlarında yaşayıp memnun olmadı isem, dünde kalanlar(ölüp gitmiş olanlar) çıkıp çıkıp bu güne gelmiş olsalar elbette onlarda bu günü beğenmeyecekler. Tıpki benimde gelecekte , ortaya çıkmış olsam, o günü beğenmeyeceğim gibi .
Tüm okuduklarım , ciddiyetle yazılmış birer tarih anekdotları ,hatıratı vs olmuş olsa idi. Yazan hakkında dünü kötü propoganda etmiş, siyasi bir gaye ile yazmış diye şüpheye düşerdim . Oysa ben bu fikirlerin ,Ve buraya yazmadıklarımın tamamını , edebi bir dille yazılmış Aşk romanlarının içinden çekip çekip çıkardım . Üstelik yazanların en yenisi 70 , 80 sene evvel ölmüş insanlar..ki onlarında gayesi aslında yaşadıkları olumsuzlukları sergilemek değil , anlattıkları hikayeler ile birlikte , sosyal nizam hakkında durum tesbiti yapmaktan ibaret . Haaa.. bu Kitapları benim gibi alıp okuyan kaç kişi benim gibi düşündü acaba ve hangi sonuçları çıkardı onu bilemem. Zaten ne demişler, Mesele .. Köre Ne..? mi yoksa GÖRENE midir Evet görmek ve bakmak ayrı bir şey . Tabii birde mesele sadece yazı okumak değil , hal ve gidişi de okumak. Buda eğitim işi olmayıp bir feraset işidir . O da ayrı bir konu . İşte Yüce Allah oku derken sadece kitap oku diye emretmiyor . Ve oku emri de sadece yüceler yücesi peygamberi kapsamıyor. Mademki Kuran Azimşan bütün Müslümanların kitabıdır ve oradaki her emir hepimizi bağlar. Kitap okumak dışında , hayatı ve olayları yorumlamakta ayrı bir okuma şeklidir hepsi bu. Yani hayat hem yaşanır hemde okunur. Nasıl mı.. Sen kendi hayatını, yaşadığın süre boyunca , hataları ile sevapları ile öğrendiğin için evladında aynı yanlışlara düşmesin diye öğütler vermen kendi hayatını okumandan başka bir şey değildir. Tabii bu beceriyi gösterebilecek bir ferasetin var ise ….01.06.2009-AKEDO



4/08/2009

OBAMA GELDİ VE GİTTİ

Evet memleketimize OBAMA geldi ve gitti, Hoş geldi güle güle demekten başka bir sözümüz tabiiki yok. Yok..da , Bütün gazete yorumları , medyada acık oturumlar gırla gidiyor.Her kez söz birliği etmişcesine bu gelişin memlekete hayırlı olacağı yönde görüş serdedip duruyor .Bekleyip göreceğiz . Efendim.. Beyefendi sözünü kısa kesmek zorunda kalacakmış çünkü az sonra ezan okunacakmış, vs vs. Sanırsınız ki foruma katılan tüm üniversite gençliği de camilere akın edecek ve namazı kazaya bırakmasınlar için hassasiset gösteriyor. Neymiş ..İslama saygılı imiş bizim hüsiyn. Muhtelif rivayetlere göre kendisi de müslim imiş beyefendinin.Sanki, bizim nüfus kağıdı müslümlerinden çok hayır gördük de elin Amerikalısından hayır göreceğiz.

Bizde amiyane bir söz vardır “ Şaptan olurmu şeker Cinsini ........... Cinsine çeker” diye. Ezcümle benim görüşüm acizane budur. Değil bir obama bin obama da gelse , Amerikanın kanlı ellerini asla yıkayamaz. Romadan sonra.. hüküm süren en kanlı imparatorluktur Amerika . Bundan sonra Dünya üzerine yapacağı ,hiçbir hayırlı işin, kendilerini arındırmaya kafi gelmeyeceği gayet açıktır.

Evet gerçekten de sevimli ,cana yakın ,alçak gönüllü prototipi bir kişilik sergileyen Sayın Obama nın , kişiliği ile ilgili değil dir görüşüm . Çünkü o ne kadar insancıl olursa olsun, Yukarda saydığım olumsuzlukları gidermeye kişisel gücünün yetmeyeceğinden ve arkasındaki emparyal gücün tazyiki ile bundan sonraki vahşetlerini kadife eldivenle sürdürmek zorunda olacağı içindir . Pusth dünyayı demir bir eldivenle yönetmeyi denedi , Bizim muhtereme de kadifesini giydirmişler bu böyle biline

O halde yapacağımız tek şey milletçe birbirimizi sevmemiz ve tek vucut ,tek yürek ve tek inanç içinde olarak ayakta durmamızdır. Bizim bizden başka dostumuz yoktur ve asla olamaz.

Elbetteki yapacaklarımız sadece bunlardan ibaret değildir. Sonrakileri serdetmek ise , bizden daha akil olanların "yöneticilerimizin" gayretine kalmıştır .



1/27/2009

WİNDOWS' A mahkum olmayın PARDUS'U deneyin

Pardus... Özgürlük İçin...

AKŞAM IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


Akşam saatleri bana hep hüzünlü gelmiştir. karanlığının yavaş yavaş iteklemesi ile gündüzün aydınlığı , salına salına inat ve eda ile gitmemek, kaybolmamak için adeta direnir .Ardındaki güç , onu büyük bir tazyikle, sınırlarının dışına gitmeye zorlar. Yüreğimde, garip tuhaf bir duygu oluşur , ortalık aniden sakin bir sessizliğe bürünür . Sokaklar bir anda nedense, bana boşalıyormuş gibi gelmeğe başlar. Sokak sakinleri olan kedi köpek bile bir garip duygu travmasına yakalanıp. Belli belirsiz havlama veya miyavlama nöbetine tutulmuş sanırsınız. İler de , çok uzak yerlerden birinin minarelerinden okunan akşam ezanı , adeta bu garip sessizliği yırtar , ve bittiğinde ise , bir gündüz aydınlığı daha, Az sonra zifir karanlığa dönüşecek kirli, koyu bir griliğe terk eder kendini. Ben bu durumu nedense, son dakikalarını yaşayan birinin, sanki can çekişmesi gibi algılarım . Böyle birinin başında , onun ölmesini beklemek bir insan için ne kadar hüzünlüdür. Bekleyen bilir. Oysa gece karanlığı, akşamın kirli gri karanlığından daha da zifir olmasına rağmen, bende bu duyguları uyandırmaz. Bu, ölmekte olan birini beklemekle , ölmüş birini beklemek arasında ki fark gibidir , Ayrıca gecenin kendi rengi ve kendi hayatı vardır. Bana , akşamın sinsi alacalı karanlığının, verdiği korkuyu ve endişeyi asla vermez . Dedim ya akşamın karanlığı sinsi bir suskunluk ve sessizlikle, hayatımıza bir an için girer ve çıkar . İşte bu yüzden akşamın kirli gri karanlığından hiç hoşlanmam. Bu düşüncelerim , sadece bir günün aydınlığı yada karanlığı için değildir ki. Benim yaşantımda, ikirciliklere asla yer yoktur. Bir şey, ya vardır yada yoktur. Bir şeyin ,mesela sını bile kabul etmek istemem. Bir şey ya iyidir ya kötüdür. Bir şey ya olmalıdır, yada olmamamı. Olabilirliği benim hayatımda yoktur, bir şey ya siyahtır ya beyaz . Bence gri , münafık, kaypak bir renk tir. Hayatın da kendine ait şartlarında ve durumlarında her şey net olmalıdır griliklerden ve belirsizliklerden hiç hoşlanmam. İşte bu yüzden, sosyal yaşantımda , karnından konuşanları da asla sevmem , içinden mırılananları da . Ya sus , ya da konuş . Çünkü, sus ki adam sansınlar, veya konuşki ayarın belli olsun. Ya dostumsundur yada düşmanım. Renkler dünyasında da ,en sevdiğim renk beyazdır. Ve benim hayatıma hep beyazlıklar hakimdir. Siyahı tercih ettiğim anlarda az değildir ama asla Gri liği sevmem. Tıpkı akşamları sevmediğim gibi. Son olarak söylemek gerekirse ,Hayatın içinde de , bu griliğin her çeşidini görmek mümkündür . Akşamla başladık insanla bitirelim. İnsanın gri side makbul değildir. Ben onlara brütüsler diyorum. Hani yol arkadaşlarını , dava arkadaşlarını orta yerde terk edenlerden , arkadan vuranlardan bahsediyorum.Hakkı hakim kılmayıp sureti haktan gözükenler,vb gibi . İslam onlara münafık diyor ama şu anki konumuz islami terminoloji olmadığı için bu bahsi diğer mevzu . Ama her halükarda münafık, inkarcıdan daha tehlikelidir. Bu bilinsin yeter. Çünkü brütüsler sizi her zaman daha kolay aldatırlar. Çünkü onlar münafıktır, tıpkı Gri renk gibi .